Zihin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zihin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Zihnindeki Psikopat


hani şu hep bize tamamıyla ait olmadığını düşündüğümüz bir iç ses var ya... bizi en mutlu anımızda vuran, sevdiklerimizle en mutlu anda bize kaybetme hissini yaşatan, hayallerimiz için bize nah çeken heh o ses. kontrol edilebilir mi? neden böyle davranıyor düşünceler? şekil alabilir mi? 

aslında düşüncelerimizin kontrolünün bize ait olmadığını artık bilim sayesinde biliyoruz. yani bu içimizdeki psikopatın aslında bize ait olmadığını da gösteriyor. aslında orada gelecekte olacak belirsizlikten korkan zihin kendince bilinmeze karşı savunma yapıyor. kilit nokta ise zihni korkuların uzaklaştırmak için yapmamız gereken çok basit bir yol var. şuan ne yapıyor isek onu hissederek yaşamak. memnun değilsek halimizden, düşüncelerimizden onları o şekilde kabul edip anlayışlı davranmak ve sakinleşmek yaşamak. deneyimlediğimiz her şeyi özümsemek. iç sesimizden rahatsız isek ondan rahatsız olmaktan memnun olmak ve gücünü yitirecek yitirdiğini gördükçe daha da memnun olmak. saplantılı aşkımızdan, başarısızlıklarımızdan, eksikliklerimizden her şeyden memnun olmak üzerimizdeki etkilerini kaybetmelerini sağlayacaktır.anlatmaya çalıştığım şeyleri görmek için kısa videolar




1 Mayıs 2016 Pazar

Öfke Özgürlüğüm


Beden Asla Yalan Söylemez

'Birine öfkelenme özgürlüğümüz yoksa onu sevmeyi seçemeyiz. 

Sevmeme özgürlüğümüz olmayan birini gerçekte(n) seçemeyiz. 

Birine karşı hissettiğimiz duygu' ona karşı hissetmemiz gerekenler' diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlamayacaktır bile. 

Gerçek hayatta 'böyle hissetmem lazım!' diye bir şey yoktur çünkü hisler ne yöne gideceklerini gerekliliklere sormazlar. Hiçbir 'gerçek' ve olgun ilişki özünde nesnel değildir. özneler 'gerçek' paylaşımlarını nesnellik üzerinden kurmazlar. 

Kabullenme özgürlüğümüz olmayan ger duygu dışarıya akamayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirir. İçimize hapsettiğimiz her duygu aynı zamanda içimizi hapseder.

                                                                                                                                       Alice Miller 


Elime tesadüfi geçti dersem yeridir; aldığım bir kitap değildi. Okuduktan sonra ise ne kadar değerli olduğunu bunun tesadüf olmadığını gördüm. Ben okuduktan sonra 3 arkadaşım daha okudu ve hepsinde aynı şey oldu. Yaşamımızda anlam veremediğimiz öfkelerimiz, hastalıklarımız, bizi bitiren o iç sesin bizim iyiliğimiz için bir uyarı olduğunu anladığımız kitapta, insanın ruhunda kasırga gibi sorgulama başlıyor. okuyun,okutun. 

Siz toplum tarafından şöyle bir öğreti ile yaşıyorsunuz diyor bu abla

Size acı vermiş, zihinsel ve bedensel ( bu çocukken yediğiniz bir tokat bile olabilir) insanlar ,aslında kendi savunmanızı yıkabilir. Eğer onlara gereken tepkiyi vermezseniz bedeniniz size tepki olarak alerjiler, baş ağrıları, depresyon gibi şeylerle o insana karşı savunma yapmanız gerektiğini söyler. Bedenin hafızası hiçbir şeyi unutmaz hele ki size acı vermiş biri ile yaşamaya devam ediyorsanız ve ona tepki vermemişseniz hastalanmaya mahkumsunuz. O toplumsal öğretileri tanımaz yani ' bu benim annem ya da o beni seviyor beni döverken haklıydı' gibi  cümleleri beden tarafından algılanmaz. Eğer o kişi ile bir yüzleşme yaşamazsanız vücut devamlı bir gerginlik yaratarak sizi o kişiden uzak tutmaya çalışır. 

Neyse kitabı okuduktan sonra bugüne kadar yuttuğum şeyleri düşününce gerginliklerime ve bedenime bayağı hak verdim.

29 Haziran 2014 Pazar

SADECE 3 DAKİKACIK

Köpek balıklarının sadece yüzgeçlerinden çorba yapmak için avladıklarını anlatan belgeselde bir kase çorba yaklaşık 100 dolar... Kosta Rika kıyısındaki yerel balıkçıların köpek balıklarının yüzgeçlerini söküp bedenlerini suda bırakıyorlar yüzgeçleri olmayan köpek balıkları boğularak denizin dibinde can veriyorlar. 'Ne, nasıl değişebilir?' sorusunun cevabı sanırım bir zihin meselesi ne zaman tükettiğimiz şeylerin hikayelerini bilip işkence ve acıyla dolu besin ve diğer tüketim malzemelerini biz kendi evimizde tüketmeyi ret ederiz işte o zaman her şey yavaş yavaş yoluna girer... 
Sanırım başta kendimize yalan söylememekle başlıyor. Bu belgeseli izleyip yarım saat sonra acıktığımızda hazır bir yiyecek ısmarlamak belgeselde gösterilenleri bir inkar şeklidir. 
Ve unutmayın insan evrenin mikro şeklidir yediğimiz ve hissettiğimiz  her şeyin şeklini alırız.
Kendi yemlerinden ve doğadan mahrum yetiştirilen tavukların bugün acıları vücudumuza antibiyotiklere karşı direncimizi kırarak, küçücük bedenlerde tümörlerin çoğalmasıyla geçiyor.  Hepimizin hayat şartları orta sınıf değil herkesin imkanları eşit hiç değil evine ekmek götürmeye çalışırken birisine gıda sektörünü anlatmak pek mantıklı gelmiyor. Üreticilerde zaten bunu istiyor biz kendi açlık sınırlarımızda intihar şekline benzer bir beslenme tarzıyla ne yediğimize değil de ne kadar harcadığımızı hesaplarsak içeriğinden o kadar uzaklaşıp sorgulamadan tüketiyoruz. Her şey ne kadar hızlı değil mi? 3 dakika da pişen makarnalar 3 dakikada hızlı çorbalar bize beslenmek için koskoca 3 dakika veriyorlar. Ürünlerin nerede nasıl üretildiği kimin umurunda olsun ki o malzemeyi alması bile daha uzun sürdü pişirmesi 3 dakika kimse bununla ilgilenmez. Şimdi hepimizin düşünmesi gereken bir şey var. Emek verilmiş yemeklerimizi nasıl hazırladığımızı düşünmemiz gerek ve yemeğin içine neler kattığımızı... 3 çeşit yemeğin pişip sofrada ailemizde oturup en az 25 dakika süren zamanları ve 3 dakikalık yemek anlarımızı... Yalnız da yaşanabilir ama bu soframıza yani bedenimize özen göstermemize engel değil. 

Dalından olgun elmayı koparıp yediğimiz an ile buzhanede 1 yıl bekletilmiş market elmasını yediğimiz an arasındaki farkı düşünelim lütfen...

Evet kimse standart olarak elma bahçeli bir yerde yaşamıyor fakat iyileşme kendi mutfağımıza giren ürünlere dikkat etmekten başlıyor eğer üreticilerin bugün ürettiklerine hayır dersek olması gerekeni üretmek zorunda kalacaklar. Bu zincir hepimizin evinin içinden geçiyor... 

Sevdiklerimizi ve kendimizi gıda terörüne kurban vermeden, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmeye çalışmamız bize sağlıklı ve mutlu anlar vaat ediyor. 


Bir daha ki belgeselde yine gıda sektörü ile alakalı olacak efem